25 Ağustos 2010 Çarşamba

Flamenko Ateşi

Eveeett, Bodrum'a ayak bastık. Hava, güneş, deniz, herşey çok güzel. Ve ilk gecemizde, eğlence hayatına giriş yaptık =)

Bodrum Kale'de, ünlü İspanyol topluluğun - Nuevo Ballet Espanol - muhteşem gösterisini izleme şansı bulduk. Bodrum, 8. Uluslararası Bale Festivali kapsamında, dünya devlerini ağırlıyor. Bu gösteri de, diğerleri gibi, çok özeldi. Tam bir buçuk saat boyunca dans eden dansçıları takdir etmek gerek.

İkinci gecemizde ise, evlilik yıldönümümüz münasebetiyle, Bodrum'un en güzel koylarından Gümüşlük'e gitmeye karar verdik. Bodrum'da en güzel balık nerede yenir diye soranlara cevabımız, Gümüşlük'tür. Muhteşem Ege mezeleri ve lezzetli balığın ardından, kumsalda çıplak ayak yürüyüş her ne kadar bizim romantiklik sınırlarımızı aşsa da, yine de çok zevkliydi =)

Önümüzdeki günlerde ise, Bodrum'daki restoranları denemeyi düşünüyoruz. Çünkü bu sene, gerçekten hoş restoranlar açılmış sahile. Farklı Dünya mutfaklarını denemeye bayılan biz için, çok zevkli olacağa benziyor =)

Not: Bu sene, Bodrum'a da milyonlarca Starbucks açılmış! Haydi hayırlısı =)

20 Ağustos 2010 Cuma

Aman Tanrııııımm!!! =)

Şu anda, Bodrum yolunda, yazımı yazmaktayım :) Mutlu gün nihayet kapımızı çaldı! Tam 3 aydır bu tatili sayıklıyoruz Murat'la. Ve sonunda yoldayız.
Son bir haftadır da, bu yazıyı yazmanın hayalini kuruyorum açıkçası. Sebebi ise tatile çıkıyor olmamı eşrafıma duyurmak değil. Sebebi başka :)

Biz tüm seyahatlerimizde, gerek yurtiçi, gerekse yurtdışı, uçak tercih eden bir çiftiz. Ama bu sefer, uçak bileti almakta geç kaldığımız için, otobüsle seyahat etmek zorunda kaldık.
Yaşlı ben, sanırım en son otobüslerde sigara içilen, siyah-beyaz dönemde binmiştim otobüse! =) Çünkü Murat'la, iki görmemiş gibi saldırdık! Neden derseniz;

Otobüsler bir değişik olmuşlar son yıllarda! Bir kere, her koltuğun kafalığının arkasında TV var! Yerel kanalları gösterdiği gibi, 3 tane de film kanalı var! Ayrı bir kanalda da oyun var. Herkese birer kulaklık ve gamepad veriyorlar! İsterseniz bir kanalda da, giderken yolu izleyebiliyorsunuz!

Anlaşıldığı üzere, internet mevcut=) Ayrıca cep telefonları serbest! Artı, koltuk altlarında elektrik prizi var! Koltuklar deri ve çok rahatlar. Kafa koyma yerleri de, uyurken kafası düşenler için özel olarak tasarlanmış=)

İşte bu sebeplerden, Murat'la ikimiz, mal bulmuş gibi sevindik! Meğer uçaklar minibüslerden farksızmış=)

Ben artık burada yazıma son vereyim de, biraz dizi izleyeyim=) Bon voyage...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Erkeklerle Kadınlar Arasındaki Yerden Yükseklik Farkı!


Blogumuzun adı, Yüksek Topuklar ve Kol Düğmeleri. Peki niçin bu güne kadar yüksek topuklar hakkında yazı yazmadık?
İşte ben, bugün, bu toplumsal yaraya parmak basmak istedim! Neden mi?

Çok yüksek topuklu ayakkabılardan çılgınca hoşlanan ve alçak topuklu ayakkabılara, tabiri caizse, sümüğünü atmayan ben, bundan iki hafta önce, en sevdiğim çiftlerden birinden ilk kazığımı yedim!!!

Bol yokuşlu ve arnavut kaldırımlı Yeditepe yollarında, ayağımda bir karış civarında topuklu sandaletlerimle sallana sallana yürürken (o gün, o ayakkabıları, oraya giymeye karar verdiğimde, aklımın nereye kaçtığını gerçekten bilmiyorum:) birden ayağımı çok ciddi şekilde burkmamla, topuklu ayakkabılarımla arama kara kedi girdi!!!

Sabah saatleriydi ve benim orada akşama kadar işim vardı. Dolayısıyla ben, çoğunlukla ayakta durarak ve durumu çok fazla önemsemeyerek, günümü geçirdim. Sonraki 3 gün, ayak parmaklarım, meyhane dolması kıvamında, aşağıdan bana baktılar ama ben geçer, normaldir diye kendimi avuttum. Ta ki, bir 3 gün sonra ayakta duramayacak hale gelene kadar!
Neyse, aldım soluğu doktorda. Teşhis: ezilmekten ötürü oluşmuş kemik iltihabı!!!

Spor yok, fazla ayakta kalmak yok, cendere misali ayak korsesiyle dolaşmak var:)

Yukarıdaki ve aşağıdaki resimlerdeki ayakkabılar, ünlü bir modacının tasarımı. Hepimiz biraz abartı olduğunu düşünebiliriz, bu da oldukça normal zira gerçek hayatta bunlara rastlamak imkansız. Ancak kadın cinsinin geldiği durumu açıklamaya yetiyor :)
Erkekler bile, bir süredir aynı tartışmanın içinde. Kadınlar babet giymeli mi yoksa onları kadın yapan topuklu ayakkabılar mı? Tamamına yakını babetten hoşlanmıyorlar. Evet, bende hoşlanmıyorum. Boy ortalaması, global şartlarda, gerilerde duran Türk kadını, bence de babetlere kendisini fazla kaptırmış durumda.

Topuklu ayakkabının cazibesi ise malumunuz:) Ancak canım Türk erkekleri, çoğunluğu bakımsız, ne giyse kendine yakıştığını iddia eden akıllılar, acaba o topukların üzerinde saatlerce durmak nasıl bir şeydir, haberleri var mı? Hiç bir kez olsun, sadece empati amaçlı (!), o topukların üzerinde, 1 saat de olsa durmuşlar mı?

O zaman konuşmayın!!! Çünkü - genelleyerek - takım elbise giyersiniz, söylenirsiniz (yok kravat sıktı, yok pantolon darladı!), kot pantolon giyersiniz, dar geliyor dersiniz, bol belli alırsınız, bütün kadınlar sizin nahoş haşmetinizi görmeye maruz kalırlar!!! Yok efendim kösele ayakkabı vururmuş, kalın çorap sıcaklatırmış!

Peki naylon çorap giyeniniz var mı? Ağda konusuna ise hiç girmiyorum!!! :)

Yani gençler, oradan, oturduğunuz yerden, yok kadınlar babet giymesin, stiletto çok seksi duruyor gibi söylemler, biraz ayıp kaçmakta :)

Bu ne şiddet bu celal diyenlere de; İki haftadır uzun oturma pozisyonundayım, ancak bir arpa boyu yol katettim, hala canım yanıyor da ondan! :)

Yeniden Eski NFS

Eski dost tekrar aramıza katılıyor. Evet, Need For Speed Hot Pursuit Ekim ayında PC,XBOX ve PS3 için tekrar elden geçirilmiş, geliştirilmiş bir şekilde bizlerle tekrar buluşuyor.

Son senelerde EA, NFS serisini gerçekten de kendi çizgisinden çıkartarak büyük bir hata yapmış ve ben de dahil olmak üzere, birçok sevenini kendinden soğutmuş idi. EA böyle bir projeyi hayata geçirirek, son yıllarda alamadığı güzel bir karar almış bence. NFS serisinin özünde arcade ile simülasyon (arcade biraz daha ağırlıklı) tarzının harmanlanmış hali yatar. NFS 1'den başlayıp, NFS Carbon'a kadar uzanan bir dönemde bunu başarmış, serinin ününe ün katılmıştır. Carbon'dan sonra ise, nereden geldiği bilinmez, EA'i bir Grand Turismo özentiliği sarmış ve NFS serisinin yüz karası oyunlar yapmayı becermişlerdir. Her nasıl olduysa, "biz simülasyon işini Grand Turismo'ya bırakalım ve kendi işimize bakalım" demek akıllarına gelmiş.

Biraz oyundan bahsedelim. Adı üstünde "Hot Pursuit" yani Türkçesi "kaçan kovalanır arkadaşım :)" Oyunun özü şu aslında, yarışı kazan ve polislere yakalanma. Polis deyip de geçmeyin yalnız, oyunda polislerin altında bizim buradaki gibi Renault'lar yok, dikiz aynanızda Lamborghini ya da Bugatti Veyron görebilirsiniz. Hızlı polis arabalarının yanı sıra yol barikatları, yola atılan ve lastik patlatmaya yarayan zincirler, helikopter yardımı siz yarışırken başınızı belaya sokabilecek tehlikelerden birkaçı.

Eski "Hot Pursuit" serilerinden farklı olarak oyundaki en büyük yenilik multiplayer modu. Bu modda oynarken istediğiniz tarafı seçebiliryorsunuz. İster yarışın, ister yakalayın. Oyun aynı zamanda tek ekranda iki kişi ile de oynanabiliryor. Adrenalini yüksek yarışlar bizleri bekliyor...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Erkek her yerde erkek!

Son bir haftadır, evimizde dişi kedi besliyoruz. İlk kez dişi kedi beslediğimizden, davranışlarını inceleme fırsatı da bulduk. Erkek kediden oldukça farklıymış, bunu anlamış vaziyetteyiz!

Dişi, her kalıpta dişi :) Cazgır, kendi isterse geliyor, istemezse gelmiyor. Özellikle erkeklere sevdiriyor kendini, kızlarla pek arası yok! Biraz dağınık, biraz cilveli. Keyfi istediğinde kucağımıza çıkıp oturuyor. Çok konuşuyor, hatta hiç susmuyor:) Eğer kızarsa tırmalıyor!
Cadde kızları gibi, salakça oyunlardan hoşlanmıyor. Saçları bozulmasın diye fazla koşturmuyor. Ve oldukça da ürkek!

Ama Lokuş, tam erkek. Efe efe dolanıp, arada konuşuyor. Fazla titiz, zamanlı yemek yiyor. Murat'la televizyon izliyor, bana gıdısını kaşıtıyor! Kucağa gelme huyu yok. Günümüzün esprili genç delikanlıları gibi, çılgınca oyunlar oynayıp, bizi eğlendiriyor:) Karizmatik, haşmetli, uzun boylu. Kızdığındaysa kodumu oturtuyor veya ısırıyor! Peki en çok ne zaman erkek?

Onu deliler gibi sıkıp mıncıklıyorum, hamur gibi yoğuruyorum. Ama bana ağzını açıp, tek mır etmiyor! Kız kedi İrma'ysa, en ufak mıncıklamada caarrrr!!! Erkek kedi, durumu sessizlikle karşılıyor ama kız kedi tırnaklarını çıkarıyor!

Yani kısacası; hayvan ya da insan, erkek her zaman erkek, dişiyse her zaman dişi :)

3 Ağustos 2010 Salı

İrma...

Dün arkadaşım Gökçe, kısa bir tatile çıkmaya karar verdi.

Bir dakika, öncelikle Gökçe ile aramızdaki akrabalığı anlatmam lazım :)
Bundan 8 sene evvel, Gökçe'nin kedisi doğum yapmaya karar verdi! Ve 5 tane, birbirinden güzel bebek doğurdu. Annemin evde hayvan istememesinden mütevellit, ben önce pek sesimi çıkaramadım. Bu arada biz Gökçe'yle Bodrum'da tatildeyiz, kedi İstanbul'da doğum yapıyor. Neyse, Gökçe telefonla bağlantı kurup, soruyor bebeklerin nasıl olduklarını. Bende inceden anneme ayar çekmeye çalışıyorum:) Annem de yok alamayız, bakamayız falan diyor.

Baktım olacak gibi değil, ben de ağlama methoduna başvurayım dedim:) Sınırsız ağladım! Annem en sonunda kabul etmek zorunda kaldı! Biz İstanbul'a döndük, bebekler bu esnada büyümekteler.
İki tanesini, arkadaşları almış. Bana dediler ki, "Biz diğer ikisini vermeyi düşünmüyoruz. Sana da bu sonuncusu kaldı." Bana herşey uyar tabi o anda. Çünkü benim için en çirkin kedi bile dünya güzelidir.

Ben aldım 3 aylık bebişimi, adını da LOKUM koydum. Çünkü gerçekten lokum gibiydi, süper tatlı, koca kafalı, küçücük vücutlu birşeydi:) Ve benimki erkekti.
Gökçeler de 2 dişiyi tuttular ellerinde. Birine Pamuk, diğerine İrma dediler. Daha sonraki zamanlarda Pamuk'u vermek zorunda kaldılar. Ellerinde bir İrma kaldı.

Gökçe dün tatile gitti. E Lokum da Bodrum'da. Biz dedik ki, biz İrma'ya bakarız bir haftalığına. Aldık kızı getirdik:)
Önce çok huzursuzlandı, heralde yapamayacak filan dedik ama baktık akşama doğru alışmaya başladı. Evdeki koca giysi dolabının arkasına sığındı, orada uyuyor!

Bu arada, tam kız kedi! Cadaloz, kendini Murat'a sevdiriyor, kızlaraysa caarrr!!! Murat işe gidiyor, bu tüm gün dolabın arkasında. Heralde Gökçe gelene kadar çıkmaz diye düşünüyoruz biz. Akşam Murat gelince çıkıp sevdirmeyi biliyor yalnız:)

Gece oldu, yatalım dedik. Bu aralar sıcaktan uyumak da çok zor olmaya başladı. Güç bela daldık uykuya. Gece gözümü bir açtım, 2 yeşil göz! Gelmiş, ikimizin arasına yerleşmiş, tırr da tırr:) Bana öpücükler vermeler, ayağını Murat'ın omzuna atmalar...

En nihayetinde alıştı kızımız bize. Annesi bunu okuyorsa, merak etmesin :) Allahtan Lokum'a kavuşmamıza az kaldı, yoksa Lokum gelene kadar vermeyi düşünmezdim İrma'yı!

Bu arada, resmini koymadım, zira telif hakkı vermem gerekebilir:)